DAĞLI BİR GÜZEL RONDA

Duyduğum yoktu ne vakittir
Güvercin sesi, kumru sesi, pencerede;
İçime gene
Yolculuk mu düştü, nedir?
Nedir bu yosun kokusu,
Martıların gürültüsü havalarda;
Nedir?
Yolculuk olmalı, yolculuk.

Orhan Veli Kanık

 

 

 

Tek şeritli ama bol dönemeçli yolda araç nazlı nazlı süzülürken yol boyu akan manzaralar nefesleri kesiyor.

Çiçekli ağaçlar , zeytinlikler , dağlar , ufacık dereler bildiğiniz tablo.

Hafızama inanılmaz güzel duygular kazınıyor.

Tırmanışlar , inişler , virajlar derken yol biraz uzun sürüyor.

Ama çok keyifli bu yolu gündüz geçin ki doya doya yaşayın.

 

 

 

Bahar mevsimi biterken yaz ayları başlarken yer küreyi bir güzellik bir aydınlık sarıyor.

İnsanın içi kıpır kıpır hep bir ses düş yollara diyor.

Endülüs ‘ün her yeri çok ilham verici ama Ronda sanki bir başka sarıp sarmalıyor insanı.

Boğa güreşlerinin merkezi ve iki büyük dinin kültür başkenti ufacık tefecik bir kasaba Ronda.

Ortalama nüfus 35.000 kadardır.

 

 

 

İspanya ‘nın en eski kasabalarından olan Ronda Mağribiler ‘in bölgeden ayrılırken İspanyollara teslim ettikleri son kaleymiş.

İslam ve Hristiyan dinlerinin etkisinde kalmış izleri bugünlere gelmiş zeytin ağaçları ve dağlar ile çevrelenmiş harika bir yer.

El Tajo kanyonu ise tam anlamıyla büyüleyici.

 

 

 

Beyaz badanalı evler , çiçekli balkonlar , daracık yollar …

 

 

 

Müslümanlık , Koyu Katoliklik , Yahudilik birbirine karışmış Endülüs bölgesinde.

Güneş , rüzgar , çamlar ve zeytinlikler diyarı.

Yeşilin her tonu var burada.

Endülüs gerçekten çok farklı.

Doğa gözlerinizi yaşartıyor.

Doğal güzellikler diyarı. 2 ayrı tepeye yayılmış Puento Nuevo köprüsü ile birbirine bağlanmış.

Yükseklik korkunuz varsa dikkatli olun derim.

Görüntü nefes kesici ürpertici ve çok etkileyici.

 

 

“Dağlar , insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa şimdi en güzel şiir , barıştır.”

Yaşar Kemal

 

 

Ronda’nın dar, arnavut kaldırımlı sokaklarında kaybolup , köprülerin üzerinden yürürken tarihi doku ve koku sizi büyüleyecek ve hafızanızdan silinmeyecek.

 

 

 

1001 Gece Masallarından fırlamış görüntülerin peşinde dolaştım durdum.

Endülüs başka bam başka bir alem.

Dağlık sıra dışı coğrafyası ve mimarisi pek çok sanatçıya ilham olmuş.

Uçurum kenarında beyaz evler ile bezenmiş , büyük oyuntulu derin kanyonu görünce , uçuşan kuşlar eşliğinde kenti gezince etkilenmemek ne mümkün.

Beyaz evler uçuruma yuvarlanacakmış gibi duruyor sanki.

Bugün otel yada kafe olarak kullanılıyor.

Tajo Boğazının üstünde yerden 200 metre kadar yüksekte bulunan kayaların üstüne kurulmuş.

Acayip manzaralı bir kasaba.

 

 

Kireç taşından oluşan kanyon, kasabayı ikiye bölmüş. 200 metre aşağıda Tajo Nehri, küçük şelaleler yaparak akıp gidiyor.

Kaktüsler kaplamış her yanı. Ürkütücü ama etkileyici.

19. yüzyıl romantik gezginlerinin en sevdikleri yer burasıymış.

Yazar Alexandre Dumas , şair Rainer Maria Rilke de Ronda’nın aşıkları arasındaymış.

Kim bilir daha kimler vardır bu kasabanın hayranları arasında.

 

 

Ernest Hemingway İspanyada ki iç savaş zamanında gazeteciymiş.

3 gün görev yapmış.

Köprüden her saat başı bir direnişçi atılırken çalan çandan etkilenerek Çanlar Kimin İçin Çalıyor ‘ u kaleme almış biliyor muydunuz ?

Buraya gelene kadar bende bilmiyordum.

En ünlü romanını burada ölümsüzleştirmiş.

Hemingway Ronda ‘yı İspanya ‘nın en romantik kasabası olarak görmüş.

Romantik mi bilemem tabi ama coğrafyasının ne kadar ilginç olduğunu kesinlikle söyleyebilirim.

 

 

Hemingway, “ Çanlar Kimin İçin Çalıyor ” adlı romanında Ronda’yı şöyle anlatmış ; “ Kent, ırmağın üzerinde yüksek bir bayırın üzerine kuruludur. Bir meydanı vardır çeşmesi olan ; banklar vardır meydanda ve bankları gölgeleyen kocaman ağaçlar. Evlerin balkonları meydana bakar. Altı sokak açılır meydana. Meydanı çevreleyen evler bir kemer altı oluşturur. Öyle ki, güneş cayır cayır kavurduğunda insan kemer altının gölgesinde dolaşabilir. Meydanın üç yanı da kemerlidir, dördüncü yanında da ağaçların gölgelediği bir kaldırım vardır. Bu ağaçlar ırmağın aktığı yarın kıyısındadır. Yarın yüksekliği 300 kademdir.”

Yazarın dediği gibi banklar, çeşme, kemerli evler, gölgelik kaldırımlar…

Hepsi tam karşımda arzı endam ediyordu.

 

 

 

Orson Wells uzun süre burada yaşamış ve bir matadora aşık olmuş.

Her yaz buraya gelirmiş.

Matadorun adı Antonio Ordonez.

İlişkiyi Ronda halkı onaylamamış.

Vefat edince beni buraya gömün demiş.

Ölümünden 2 sene sonra külleri Antonio ‘nun bahçesine gömülmüş.

 

 

Fotoğraf severler bu kasaba da çok rahat edecekler.

Çünkü konuşan fotoğraflar çıkıyor ortaya. Her kare bir anı anlatıyor.

Akıl dışı manzaralar görüntüler.

Ben isim koyamadım. Elfler ‘in ülkesine geldim gibi hissettim.

İnsanoğlunun bu kadar acayip imkansız denebilecek şartlar altında bile M.Ö. 6.yüzyılda koskoca bir kent inşa etmesi gerçekten çok ilginç.

Ağzım açık gezdim.

 

 

 

Plaza de Toros boğa güreşinin doğduğu İspanyol arenalarının en ünlüsü ve birincisi.

Efsanevi  matador Romero boğa güreşi kurallarını belirleyen kişi Ronda doğumludur.

Arenanın içinde birde müze var ilginizi çeker diye düşünüyorum.

Tarihte ki ilk arena ve ilk müze.

 

 

Boğa güreşlerini  en detaylı bu seyahatimde öğrendim.

Pek adil güreşler değilmiş.

Boğa ilk kez çıkarmış arenaya.

Güreşlerden önce karanlık hücrelerde bekletiliyorlarmış.

Aniden gün ışığına çıkarılıyormuş.

Sırtına şişler batırılıp kulakları kesilirmiş.

Matadorun son öldürücü vuruşu yapmasından sonra dönüp öldü mü diye boğa ile göz göze gelmemesi, tek vuruşta işini bitirmesi ve dönüp halkı selamlaması gerekiyormuş.

Boğa, güreşi kazansa da kaybetse de ölüyor, salam sosis yapılmaya fabrikaya gidiyor ya da halka dağıtılıyormuş.

 

 

 

Rahat , ehli keyif insanların bu vahşeti nasıl zevkle izlediklerini hala anlamış değilim.

Ama artık sadece sene de bir defa düzenleniyormuş.

 

 

 

Bu nefes kesici kasabaya gelmeden önce ikinci kitap önerim ise ; Yasımı Tutacaksın olacak. “Ağlama Angelita ; bu akşam ya sana bir ev alacağım, ya da yasımı tutacaksın” diye başlayan ve dokunaklılığından baştan sona kadar bir şey kaybetmeyen eser.

El Cordobes’in bu etkileyici sözleri aslında matadorun da nasıl da bir çaresizlik içinde olduğunu gösteriyor gibi geldi bana.

 

 

 

Oleee Arapların Endülüs ‘de ki hakimiyet zamanından geliyormuş.

İspanyollar’a zamanla Arapların “Allaah” diye seslenişi Oleee olarak geçmiş.

Hem doğa hem lezzet yolculuğu isterseniz şarap ve zeytinyağı turlarına katılmanızı öneririm.

La Pilastra Del Torero ufak bir mola verip soluklanmak için özel mekanlardan.

 

 

 

Kendi küçük ama tesiri büyük Endülüs ‘ün dağlı güzeli sizleri bekliyor.

 

 

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir