”Herkes hayatında bir kez olsun sıkılmak pahasına da olsa vahşi doğada tek başına kalmayı, bu sayede içindeki gerçek ve gizli düşleri keşfetmeyi denemeli”
Jack Kerouac
Yaşlı Afrika kıtasının ucunda üç başkentli tek ülke olan Güney Afrika Cumhuriyeti, Botsvana, Zambiya, Zimbabve de çok farklı kültürler, inançlar, diller, dinler var. Bende büyük şairi dinleyip “Takılıp düşümün peşine yağmur çamur demeden yürüdüm”. Yabani hayvan sürüleri eşliğinde savanalardan yola çıkıp modern yaşamın hüküm sürdüğü büyük kentlere uzanan kocaman bir atlas düşünün. Bu atlasa neler sığdırabildiğime gelin hep beraber bakalım. Muhteşem üzüm bağları, safari parkları, coğrafya derslerinin yıldızı Ümit Burnu, kuş uçmaz kervan geçmez dağ köyleri, efsaneler, benzersiz yaban hayatı, unutulmaz uçsuz bucaksız yedi doğa harikasından olan Masa Dağı, akıllara durgunluk veren kabile kültürü, büyüleyici sahil şeridi, devrimci rugby seven ilk siyahi başkan Nelson Mandela ve hapis arkadaşlarına ‘’İşte ada burası burada öleceksiniz’’ denen Robben Adasına ayak basmam, hınzır penguenler, muazzam çivit mavisi ve mor renklere bürünen gün batımları, iki okyanusun kucakladığı kumsallara karşı kalkan kadehler, bir sokağa iki Nobel Ödülünün sığması, dağlardan ve okyanustan esen meltem, büyük kaşifler Portekizli Vasco da Gama, Bartolomeu Dias, İskoç David Livingstone‘ un ayak izleri, Benim Afrikam filmi, ‘’Tarif edilemeyecek kadar büyük bir kıta. Gerçek bir okyanus, başka bir gezegen, değişken, muazzam zenginlikte bir evren’’ sözünü hatırlamam, bir şelalenin üzerindeyken sesine mi gökkuşağına mı gücüne mi hayran kaldığımı bilememem, nehirde dünyanın en büyük kara memelisi fillerin ve suaygırların yankılanan seslerini dinlemem, ‘’pula pula nkgodise ke tla leng‘’ yağmur yağmur büyüt beni, ne zaman büyüyeceğim çocuk şarkısını duymam, Afrika Kıtasının ‘’Şampanya havası’’ denen baş döndürücü havayı içime çekerek zenginleşmem ve hayatımın en güzel yolculuklarından birini yapmam…Toza bulanırken, her şeyi olduğu gibi kabul etmeyi gelenekleri yargılamamayı sabretmeyi öğrendim, dev karidesleri ellerimle yedim, güneşi doğurdum, yaşamı kutsayıp şarap içtim ve yine büyük şairi andım ‘’ yaşamak güzel şey be kardeşim’’ dedim…
Cape Town, 2014 yılında The New York Times tarafından “Gidilebilecek En İyi Şehirler” listesinde zirvede yerini gururla aldı. Bana da gidip kendi gözlerimle görmek ve size anlatmak kaldı. Başkentin yer üstü kadar yer altı da pamuklara sarıp sarmalık. Adı Khoi dilinde “Tatlı Suların Yeri” anlamına gelen Camissa şehrin altından geçen bir nehir. Cape Town’ın lafı açıldığında şehrin “Mother City” olarak anıldığını duyarsanız şaşırmayın. Bu onun tatlı ismi. Masa Dağının üstü bıçakla kesilmiş gibi duruyor. En tepeye varınca karşımda uçsuz bucaksız Atlas Okyanusu, tam karşısı Güney Amerika sahilleri, solda Ümit Burnu sonrası ise Antarktika…Güney Afrika Cumhuriyeti’nin en sihirli şehri Cape Town, dünyada eşi benzeri olmayan bir coğrafyada hem doğanın cömertliğini hem de farklı kültürlerin harmanını tecrübe etme fırsatı sunuyor. Bence kentin asıl sihri, doğayı ve insanı acelesiz-kaygısız bir atmosferde buluşturması. Vadilerin nefis manzaralarını ve yeşil rengi hafızama kazırken halkın kendileri için marulun içinde yaşıyormuşuz gibi hissettiklerini söylediklerini duydum. Masa Dağı ve etekleri ise kendisine özgü flora ve faunasıyla kentin ortasında enfes bir doğal alan oluşturuyor. Fillerin yaşayan en yakın akrabaları olan Pofuduk kaya porsukları önüm sıra oynaşıyorlardı. Gökyüzüne tekrar tekrar bakıp duruyor kentten bir türlü ayrılmak istemiyordum. Mevsimlerin ters yüz olduğu Güney Yarım Küre’de her şey daha doğal ve vahşi; gökyüzü daha keskin bir parlaklık ve ışıltı barındırıyor. Görkemli Atlantik Okyanusunun sert lacivert dalgaları köpürerek kıyıya vuruyor, tepeler sert yamaçlar ile yatay düzlemi bir anda bölüyor. Masa dağına teleferikle tırmanın Dünya’ya bir de bu tepeden bakın. Bakın ki ne demek istediğimi daha iyi anlayın. Ümit Burnunda tüm gemicileri canından bezdirmiş sert rüzgarı dur durak bilmeden yüzüme çarparken ona varınca “dünyanın öteki ucundayım” hissini yaşadım. Özellikle bulunduğum yerden Antarktika’ya kadar hiçbir kara parçasının olmadığını düşünerek ufka bakarken içimi farklı bir sonsuzluk hissi kapladı. İhtişamlı ve heybetli tepelerde gün batımları turuncu, lila, gece mavisi ve mor renkleri ile dramatik bir gökyüzü sergiliyor. Doğa tüm cüretkarlığı ile sizi büyülerken doğa ananın da tam anlamıyla kutsadığı bir kent Cape Town. Dört günlük gezi sonunda bir kentim daha olmuştu…şimdi onu çok özlüyorum.
Büyük keşifler döneminde yaşamayı çok isterdim. Hem de bir kaşif olarak. Ama sadece o bilinmezlerle dolu yolculuklara çıkmak için değil; benden önceki keşiflerin hikayelerini, kaşiflerin seyir defterlerini okuyabilmek için. Macellan’ın günlüğünü okumadan Ümit Burnu’na gitmenin ne anlamı var ki? Chapman’s Peak yani dünyanın en güzel yollarından birinin üzerindeyken tarifsiz kıyı şeridi nefes kesici manzaralar sunarken bunu düşündüm. Dağlardan gelen sular çoktan fynbos’ları sulamaya başlamıştı bile. Şekerçalısı olarak da bilinen ülkede umudun sembolü olan protea ağaççıkları ve sarısabırlar (aloe) ve zambaklar dağların eteklerini öyle güzel süslemiş ki yol hiç bitmesin istedim. Apartheid kelimesini duyunca kendi kendime ilk ırkçılığın coğrafyası yok dedim. Güney Afrika, tarihinin zorlu dönemlerinden, apartheid rejiminin gölgesinden çıkarak, dünya sahnesinde özgürlüğün ve gelişimin simgesi haline geldi. Kabile adı Madiba olan Nelson Mandela’nın özgürlük mücadelesiyle son bulan bu karanlık dönemden sonra, ülke hızla gelişerek herkesin hayranlıkla baktığı bir coğrafya oldu. Gökkuşağı insanları, genişleyen kumsalları, inanılmaz vahşi yaşamı ve bol miktarda tarihi ile çok çeşitli zıtlıklar ülkesidir. Güzeller güzeli sokaklarında dolaşıp, sanatıyla tanıştığım, müzelerinde gezdiğim, konsept kafelerinde soluklandığım, hayvanların şehir merkezinde özgürce dolaştığını gördüğüm, dev okaliptüs ağaçları, dağları tepeleri kayalıkları, bol müzik ve belki biraz da acılı bir coğrafya buldum. Pek çok ülkenin aksine Güney Afrika yasama, yürütme ve yargıya ait üç adet başkenti var. (Pretoria, Cape Town, Bloemfontein) Ülkedeki resmi dil sayısı ise tamı tamına on bir. Bu sayılar bize ne kadar karma bir kültüre sahip olduğunu kanıtlar nitelikte. Güney Afrika madenleri, deniz ulaşımı konusunda pratikliği ve ucuz iş gücü sayesinde uzun süre sömürge devletlerinin gözdesi olmuş bir yer. Tarihinde İngiliz ve Hollanda sömürgesi olduğu için şehirde hala bu dönemin etkileri açık olarak hissediliyor. Gelir dağılımı arasında ki uçurum sefalet, açlık, yoksulluk arasında lüks villalar, gece kulüpleri, parlak yaşamlar insana çok dokunuyor. Afrika kıtasının tarihi dokusu ve devrimin izleri ile yüzleştim. Her şeye rağmen iyi ki geldim. Okyanus belki soğuk ama Afrika’nın güneyi çok sıcak. Her rota benim için hayattan bir parmak bal çalmak demek. Ama fok beslerken penguen kovalanabilen, enfes şarabını yudumlarken, 260 milyon yaşındaki Masa Dağının üstünde durup, bir Miyazaki filmindeki ‘’İnsan yolda gerek. Çünkü yoldur, insanı kendine götüren’’ sözünü anımsatan kaç kent var ki bu gök kubbenin altında.
Yanı başında ki iki okyanusa kıyısı olmasından dolayı, farklı kıyıları farklı farklı özellikler gösteriyor olsa da, Atlantik kıyılarının en romantik kenti Cape Town oldukça rüzgarlı bir şehir. Küçük bir şehir olmasına rağmen sunduğu zenginliklerle büyük bir etki yaratıyor. Bir kere şehre yolu düşmüş herkesin kalbinde kocaman bir yer edinen kent, her anında bu hayatı iyi ve dolu dolu yaşamış hissettirdi. Ardından, National Geographic belgesellerini aratmayacak, yeryüzünün bambaşka bir yanını keşfettim. Hedonizmin, adrenalinin, keşfetmenin, yol arkadaşlığının ve dünyayı gezme, verilen kararların simgesi olabilir. Güney Afrika’nın damarlarıma attığı heyecanını ve okyanusun serin sularından bu büyüleyici ülkenin sıcacık kalbine yolculuğu unutmam mümkün değil. Sanırım ben bir şehir olarak gelsem dünyaya kıskanacağım ilk şehir Cape Town olurdu bu kesin. Şimdi gelelim ortamlarda arkadaşlara hava atmalık bilgilere. Su sıcaklığı yüzmek için pek uygun değil. Ama illa yüzmek isterseniz Hint Okyanusu yakasını tercih edebilirsiniz. Güney Afrika Rainbow Nation yani Gökkuşağı Ulusu olarak adlandırılıyor. Nobel ödüllü Desmond Tutu ‘’Biz gökkuşağı insanlarıyız. Bizler Güney Afrika’nın yeni insanlarıyız’’ demiş. Gökkuşağı çeşitliliği sembolize ediyor. Bunun sebepleri; gerçekten farklı ten renklerine sahip grupların yaşaması. Siyahiler “black”, melezler “colored”, beyazlar ve Asyalılar. Güney Afrika’da Hristiyanlar, Müslümanlar ve yerel dinlerin hepsi aktif olarak hayatın içinde. Şarapların bu kadar güzel ve farklı olmasının sebebi iki farklı okyanusun özgün bir “terroir” sağlaması. Yani, Avrupa’da içtiğiniz Cabernet ile burada içtiğiniz aynı olmuyor. Ülkenin iki ünlü kendine has üzümü var, beyaz şarap yapılan Chemin Blanc ve kırmızı şarap yapımında kullanılan Pinotage. Cape Town bugüne kadar hayatımda gördüğüm en sportmen kent. Hiç bitmeyen bir enerjisi var. Burada yaşayan herkes sabahın çok erken saatlerinde kalkıp, güne kendisini adadığı spor aktivitesi ile başlıyor. Bu muhteşem doğayı, manzaraları ve havayı görünce siz de kendinizi kaptırıp Cape Town’un sportmen ruhuna ayak uyduruyorsunuz. Birde bu vesile ile; tamam artık hayatım boyunca bundan daha güzel bir şey göremem diyorum ama her seferde çıtayı biraz daha yükseltiyor bu muhteşem gezegen. Gezdikçe sürprizlere alışırım sanıyorum ama alışamıyorum. Neden seyahat etmeyi seviyorsun sorusuna tam cevabım da bu galiba…
Kendimi bir açık hava spor salonunda gibi hissettiğim Cape Town’da günlerim; okyanus kıyısı boyunca ve dağ tepelerinde ekipler halinde bisiklet pedallayanlar, sahillerde koşanlar, kaykay yapanlar, plajlarda fitness yapanlar, dağ tepe, kayalık kanyon demeden yürüyenler, kaya tırmanışçıları, halatlar ile dağcılık yapanlar, yamaç paraşütü ile atlayanlar, sakin koylardaki kanocular, okyanusta rüzgar ve dalga sörfü yapanları izlemek ile geçti. Şaşkınlık verici doğa fenomenleri kentte doğanın her saniye egemenliğini sergilediğini rahatlıkla söyleyebilirim. Her akşam güneşi evine farklı renkler farklı duygular ile yolladım. Kimi gün dev turuncu top okyanusta eridi gitti kimi gün alev topu okyanus ile buluştu. Bulutlar ile güneşin ışık oyunlarına adeta büyülendim. Battı bitti gitti şeklinde de değil ayrıca. Pembe, mor, turuncu, mavi, lacivert renkler resmen resmi geçit yaptı. Atlas Okyanusunu saran yolların ise manzaralarına doyamadım. Bir yanda heybetli dağlar, bir yanda engin okyanusun vahşi güzelliği. Fazla bir makyaja ihtiyacı olmayan ‘’doğuştan güzel’’ kent Cape Town ‘da bir zamanlar Muizenberg Plajının tadını çıkaran Agatha Christie ‘’En küçük fırsatta hemen sörf tahtalarımızı alıp sahile koşardık‘’ dermiş. Boulders de ise Bartolomeu Dias’ın feleğini şaşırtan o güçlü fırtınalardan eser yoktu. Güneşli bir günde yarımadanın güneybatı ucuna yol alırken aklımda o büyük kaşiflerin ölüme meydan okuyan zorluklarla dolu yolculukları vardı. Ümit Burnu’na kayaların üzerinden tırmanırken gezginlik hayatımın zirvelerinden birine daha çıktığımı hissediyordum. Dalgalar arkalarına Güney Atlantik’in tüm gücünü almışçasına büyük bir iştahla kayalardan atılıp, arkalarına süt köpüğüne benzer yoğun bir beyazlık bırakırken o masmavi okyanusu izlemek, rüzgar tatlı tatlı eserken büyük kaşiflerin gemilerinin önümden geçişini hayal ettim. En tepeye vardığımda her yer maviye kesmiş, sanki tüm dünya birden önümde açılıvermişti. Gözlerim bir Atlas Okyanusuna bir Körfez’e bakarken ikisinin flörtünü izleyerek gezginliğimi ve yaşamımı çoktan kutsamıştım bile…
Güney Afrika, doğal güzelliği, kültürü ve tarihi ile ünlüdür ve ülke, dokuz UNESCO Dünya Mirası alanına sahiptir. En iyi seçimim Robben Adası. Cape Town kıyılarında demirlemiş olan bu ünlü hapishane mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer. Ve Cape Town’un en ünlü gerçeklerinden biri, Nelson Mandela’nın burada 18 yıl hapsedilmiş olmasıdır, ama bu buzdağının sadece görünen kısmı. Müzede destinasyonun tarihi hakkında ki her şeyi gözlerimle gördüm. Bu adanın en güzel yanı kentin büyüleyici siluetini uzaktan görebilmek. Ülkedeki köklü şarap geleneğinin farklı ve yenilikçi bir uzantısıyla tanıştım. Dünyada sadece ilk kez üretilen ‘’şarap birası’’ nın varlığını öğrendim. Bu ale tarzı füzyon birasının şarap üzümleriyle karıştırılarak yapıldığını, chardonnay ve piont noir şarap fıçılarında bekletildiğini bilgilerime ilave ettim. Pinotage üzümünden şarap ahududu dut mürdüm eriği tadı geliyor ağızlara, Biltong eti karabiber tuz sirke sarımsak ile muhteşem oluyor yedikçe yiyesiniz geliyor, Nhopi dovi yani fıstık soslu kabak ve malva pudingini kayısı reçelini vanilya sosuyla yapıyorlar ve kimseyle paylaşmak istemedim. Koeksisters ise hindistancevizli nefis hamur tatlısını anlatacak kelime bulamıyorum. Roosterbrood pide benzeri bir ekmek ve içine pap isimli mısır püresini koyup ıskarmoz balığı ile yedim. Yaşadıklarımı içimde yeniden yeniden canlandırdım. Biz gezginlerin bir nevi öncüsü sayılan büyük kaşifler bilinmeze yelken açarken bitmek bilmeyen bir keşfetme isteğiyle yanıp tutuşuyor, önlerine çıkan engellerden yılmıyor, bir Amok koşucusunun çılgınca cesaretiyle düşledikleri o noktaya ulaşmaya çalışıyorlardı. Dünya kaşifler tarihinin en büyük maceracıları bugün dahil bizlere ışık tutmaya, ilham aşılamaya devam ediyor. Bende Afrika kıtasının güney yarısında destansı yolculukların izini sürerken o kaşiflerin azmini diledim kendime.