“ Hayat , kaçan bir düşün gölgesinden başka nedir ki ? ” der
Umberto Eco
Aslında düşlerim bir sırt çantasını alıp gitmekten fazlası değildi.
Bilmediğin yerlerde bilmediğin insanlar ile tanışmak ellerini sıkmak akşam nerede uyuyacağının planını yapmamak kaybolmak tanımadığınız insanların evlerinde hoşgörünün zevkini duymaktı bence yaşamak.
Evliya Çelebi Barış Manço gibi müthiş gezginleri kültüründe bulunduran ülkemiz insanına ulaşabildiğimiz kadar yolda olmanın keyfini anlatmaya ve yolda geçen bu zamanın bir parçası olmaya devam etmek gerek…
TRİNİDAD’A AŞIK OLACAKSINIZ !!!!!!!!!!!!
Çocuklar bir tarafta kuşlar ve köpekler ile oynuyor muz satanlar dans edenler yaşlılar öbür tarafta sohbet muhabbet ilerliyor…
yürüyenler koşanlar sallanan sandalyelerinde uykulara dalanlar…
Trinidad bir güne böyle uyanıyor…
Gerçekten nefis bir kent.Hele gün doğumları gün batımları anlatımı çok zor burayı mutlaka görmelisiniz.
Evet burası korunmalı hem de sonsuza kadar. Sonsuzluğa aktarılmalı.
Kulesi , pastel tonlarındaki evleri , evlerin içinde ki antikalar , bu havayı soluyan insanlar bile koruma altına alınmalı bence.
Burada asude akan bir yaşam var…
Sokaklarda dolaşırken hissedilen hayat paha biçilemez. Duruluk saflık yaşanmalı bence.
Trinidad ; parke taşlı ara yolları , mimarisi , tarihi şehir merkezi , doğası ve müzisyenleriyle tipik bir Küba kenti.
Bir zamanların şeker kamışı üretim merkezi olan şehir ; 1514 yılında kurulmuş bir yer ve 1988 yılında Unesco tarafından Kültür Mirası listesine alınmış.
Burada başkentteki turistik hava yok. Burada sadelik var.
Sokaklarda keşif yaparken o sadeliği gözlerinizle görün ve samimiyet karşısında şapka çıkarın.
Saat kulesinden kente bakıp bir fotoğraf çekin. En iyi zaman öğleden sonraları bence. Işık sayesinde bulutlar size harika pozlar verecek.
Hemen ısınacağınız içinizin kaynayacağı bir yer burası.
Küçük ufak tefek o yüzden gezmesi çok çok kolay.
Bu yolculuk için gün sayarken tesadüf eseri bir yazı okudum. Yazı bu butik kenti öve öve bitiremiyordu. Merakım kente yaklaştıkça iyice arttı.
Sokaklarda kaybolunca birbirimize gönülden bağlandık. Ne yalan söyleyeyim Havana’dan daha çok sevdim.
Yaşanmışlık kokan böyle yerleri çok seviyorum.
23 Aralık 1514’te Valazquez tarafından kurulmuş bu şirin kent.
Küba’nın tarihinde bazı kentler şeker üretimi konusunda ön planda yer almış.
Bunların en başta gelenlerinden Trinidad.
Bu kenti özel ve güzel kılan sanırım günümüze kadar el değmeden tam anlamıyla korunarak gelmiş olması.
Trinidad için Küba’nın Floransa’sı diyen çok.
Estetik ve mimari açıdan özel bir kent. Unesco da bu mücevheri görmüş ve kenti koruma altına almış.
Sanırım Trinidad Küba’nın turizme açılan en büyük penceresi.
Karadan ulaşımı yeni sağlanan Trinidad ; hiç bozulmamış.
Arnavut kaldırımlı yolları , meydanı , müze ve kulesi ,evleri , güler yüzlü çocukları , arabaları , kolonial dönem mimarisi,evlerden yükselen müzik sesleri…
Kolonial dönemin şahiti ve fotoğraf meraklıları için eşi benzeri olmayan pırıl pırıl bir mücevher bu TRİNİDAD.
5 tane meydanı var. En büyüğü Plaza Mayor. İnanılmaz fotoğraf malzemesi var bilginiz olsun.
Bu meydanda, Küba’nın En büyük katedrali var. Katedralin yanında ise öyküsü olan “Museo Romantico” bulunuyor.
O günlerde şeker kamışı zenginlerinden birinin kızı karıştığı bir olay yüzünden bu evi olduğu gibi bırakıp Avrupa’ya dönmüş.
Bıraktığı evde daha sonra müze olmuş. Bir başka müze de meydanın diğer kısmında.
Yerel tarih müzesi de görülmeye değer bence.
Hediyelik eşyalar Havana’ya göre daha uygun.
Bence zaten ufak tefek olan hediyelikleri buradan alın.
Ayrıca buralara kadar gelip benim gibi Karayiplerde yüzmemek olmaz diyenlerdenseniz önerim Ancon Plajı.
Mutlaka yaşamanız gereken asıl konu sanırım MÜZİK.
Trinidad merkezine her akşam gidin. Halk ile iç içe eğlenin gönlünüzce dans edin.
Hediyelik eşya satan dükkanlara mutlaka ama mutlaka göz atın. Halk ile sohbet edin.
Satıcılar o kadar kibar ve nazikler ki Küba’nın kendi kendini yetiştirmiş insanlarına bir kez daha hayran olacaksınız.
Küba’da olduğum süre boyunca bir insandan rahatsız edici bir davranış görmedim.
” Bana sorarsanız eğer, bu hayata ne yapmaya geldin diye, size şunu söyleyeceğim : Ben bu hayata , sonuna kadar yüksek sesle yaşamak için geldim ”
Emile Zola
La can chan chara…
Hem bar hem rom ile yapılan bir kokteylin adı. Bende bu seyahat vesilesi ile öğrendim. İçinde bal var limon var rom var ve buzzz var.
Seramik bir bardağın içinde tüketiliyor. Bir çubuk yardımı ile uzun uzun karıştırın. Sonra da hüpletin.
Barda harika bir grup var harika bir müzik yapıyor.
Bir gün UNESCO tarafından koruma altında alınmış Kolonyal bölgelerini gezmek bu kenti yakından tanıma fırsatı bulursanız sakın kaçırmayın derim…
Jose Marti’nin Guntanamo’lu kız anlamına gelen “ Guantanamera ” şarkısını kendi vatanında dinlemek , olağanüstü mimari , masalsı bir ortam , arnavut kaldırımlı yolları , müzeler , meydanlar belki herkese aynı gelmeyebilir ama uzun lafın kısası ;
KALBİM TRİNİDAD’DA KALDI…