‘’ Dünya bir kitaptır ve seyahat etmeyenler, onun sadece bir sayfasını okurlar ‘’
Aziz Augustine
BALTIK GÜZELİ…
St Petersburg 200 küsür sene boyunca Rusya’ya başkentlik yapmış.
1914-1924 arasındaki iç savaşta “Petrograd”, 1924-1991 yılları arasında ise “Leningrad” denilmiş.
Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasından sonra St Petersburg olmuş.
Eskiler bugünde Leningrad diyorlarmış.
1703 yılında kurulan St Petersburg Avrupa’nın en güzel kentlerinden biri.
3 devrim görmüş ve 900 gün işgal altında kalmış.
Stalin’in korkunç kıyımından çok şükür nasibini almamış.
Moskova’dan sonra 2. büyük kenttir.
Sanayi ve kültür kenti olan St.Petersburg ismini en önemli çarlardan biri olan Büyük Petro’dan almıştır.
Çarlık döneminin bütün ihtişamını bünyesinde barındırıyor.
Her adımda tarih sizi karşılıyor.
Mimari güzellikler için tekrar tekrar gitmek istediğim kentlerden.
Petro, Venedik’i görünce çok etkileniyor ve St Petersburg’un da kanallar açılarak adalar kenti olmasını istiyor.
42 adadan oluşan St Petersburg’ a ” Kuzeyin Venedik’ i ” demeleri buradan geliyor.
Beş milyon nüfuslu kent 1703’te Petro tarafından kurulduğu günden bu yana ülkenin batıya açılan penceresi konumunda.
” Seyahat etmek, hayal gücümüzü gerçeklerle dengeler ve bazı şeylerin nasıl olduğunu düşünmek yerine onları görmemizi sağlar ”
S.Johnson
Binalar nefis ama korumuşlar arkadaş.
Beyaz Gecelerde açık havadaki etkinlikler ile muhteşem bir ortam oluşuyor.
Şehir bu dönemlerde çok hareketlidir hiç durmaz uyumaz.
Her yer gece yarılarına kadar açık.
Rus evlerinin bir çoğunda ve otellerde çok kalın koyu renk perdeler bulunur.
Kuzeyin Venedik’i diye adlandırılan bu şehirde yılın tüm dönemlerinde bulunmak güzel.
Ama eğer Beyaz Geceleri yaşamak ve görmek istiyorsanız yazın başlarında gelmelisiniz.
Mayısın ortalarında başlıyor ağustos ortalarına dek sürüyor.
Güneş neredeyse hiç batmıyor ve kent turist akınına uğruyor.
Edebiyata meraklıysanız St. Petersburg içinde kaybolup gideceğiniz masal gibi bir kent.
Dostoyevski, Puşkin, Nabakov gibi ustaların müze haline getirilen evlerini mutlaka ama mutlaka görün.
Dostoyevski’nin ünlü eseri Beyaz Geceler işte böyle bir dönemde geçiyor.
St. Petersburg’un dört beyaz gecesinde yaşanmış yalın ve derin bir aşk öyküsü okumayanlara şiddetle önerilir.
Bence bu şehrin gizemlerini anlamanın en iyi formülü ; kanallar arasında gezmek , köprüleri yakından görmek , sokak müzisyenlerini dinlemek , Neva’da tekne turu yapmak, Hermitage Müzesi’ni gördükten sonra , gözleri kapatıp gördüklerini ağır ağır ruha işlemek.
Kandaki Diriliş Katedrali’ni bu ruha bence işlemek gerek.
Neva Nehri öylesine büyük ki ben Baltık Denizi’nde olduğumu sandım uzun süre.
Deniz değil de nehirde olduğuma inanamadım.
St. Petersburg’un önemli bir başka özelliği de, su şehri olması.
Ben kentin yerli simalarından çok yollarda turistlerle karşılaştım ama büyüleyici ve etkileyici tarihi doku ve koku karşısında insan buna aldırış etmiyor.
Moskova ‘ya oranla daha pratik çünkü pek çok noktaya yürüyerek gidebilirsiniz.
Her köşe başında sizi bir şaheser bekliyor.
Kentin sanırım en güzel etkinliği Neva Nehri turu yapmak.
42 ada, 95 kanal ve 500 adet köprü var.
Bütün önemli yapılar mimari şaheserler nehrin kenarında arzı endam ediyor.
Nehir kenarında güneşin tadını çıkaranları görmek içinde iyi bir fırsat oluyor.
Karadan göremeyeceğiniz farklı açılardan şehri görebiliyorsunuz.
UNESCO’nun Dünya Kültürel Mirası Listesi’nde olan bu büyüleyici şehrin bir zamanlar bataklık üzerine kurulmuş olduğuna inanmakta oldukça zorlanabilirsiniz.
5 milyon civarı nüfusuyla 200 yıl boyunca başkentlik yapmış.
Kent tam bir müze kent görünümünde.
Resmi olarak 306 müze bulunuyor.
St. Petersburg’u ziyaret etmek için tek sebebiniz Hermitaj Müzesi’ni görmek olabilir.
Çarların özel sanat koleksiyonlarına ev sahipliği yapan Hermitage Müzesi , hayatta en az bir kez görülmesi gereken bir mekan.
Müzeyi gördükten sonra müzeciliğe bakışınız değişecek.
Bir gün herkesin görmesi gereken dünyanın en büyük koleksiyonlarından birine sahip çok ünlü bir müze.
Burada Picasso, Cezanne, Da Vinci gibi tüm dönemlere ait tablolar ve yapıtlar bulabilmek mümkün.
Köprüleri sarayları katedralleri ve kiliseleri ile büyüleyici bir güzelliğe sahip.
Mimari insanı büyülüyor gerçekten.
İlgi çekici ve güzel hediyelik eşyanın bulunduğu şehirde her türlü ürünü kolaylıkla bulmanız mümkün.
Ahşap kutular, matruşka bebekler ve satranç takımları elde yapılıyor ve oldukça beğeniliyorlar.
El sanatları ise devlet destekli.
En çok satılan hediyelik eşyalar arasında havyar votka ve el işi ürünler yer alıyor.
Şehrin en çeşitli hediyelik eşya dükkanı bence Central Square’e doğru sağda kalan ”Heritage Souvenir”. ”Cafe Singer” ise yine Nevsky’de bulunan kocaman bir dükkan.
Kitap almak isteyen mutlaka bir göz atmalı.
” İnsan kalbinde ne taşıyorsa, dünyaya bakınca da onu görür ”
Goethe
BENİM GİBİ VOTKA İÇEMEYENLERE ÖNERİLİR :))
Soğuk diyerek hep ertelediğim şehre en güzel zamanda hemde beyaz gecelerde gittim.
İyiki de gittim.
Sıcaklık mayıs ortası otuzlardaydı.
Gidilmemişe GİTMEK , yapılmamışı yapmak ÖZGÜRLÜKTÜR…
MÜZEKENT SİZLERİ BEKLİYOR…