” Hiçbir tabela yazmaz , mutluluğa kaç kilometre kaldığını. Yine de yola çıkmak lazım ”
Farid Farjad
Özbekistan benim hayat yolculuğumda geç kaldığım bir ülke oldu…
İnsan bu muhteşemliğin karşısında sadece susup kalıyor…
Orta Asya‘nın kadim ülkesi Özbekistan tıpkı Doğu masallarını andırıyor.
Büyülü ve gizemli.
Eski külliyelerin mavi kubbeleriyle örtülü sahnesinde ; geçmişin ve bugünün en güzel öykülerini içinde barındırıyor.
Kazakistan , Kırgızistan ve Türkmenistan ile komşu olan ülke ; antik çağların efsanevi ticaret yolu , kültürlerin rotası İpek Yolu kentlerinin de ev sahibi aynı zamanda.
Şehirler Moğollar tarafından ne kadar yerle bir edildiyse de Timurlular tarafından bir o kadar korunup geliştirilmiş.
Timur’un torunu Uluğ Bey’ de hem bir sultan hem de bir matematikçi ve astronom olarak insanlığa önemli eserler bırakmış.
Yüzyıllarca ticaretin Çin’den Anadolu’ya ve Avrupa’ya akışını sağlayan İpek Yolu , bu coğrafyanın karakterinin bir parçası olmuş.
Oldukça derin bir kültürel mirası barındırıyor.
Küreselleşme ne getirir ne götürür bilinmez tabi ama hazır buralarda masumiyet hüküm sürerken , İpek Yolu’nda bir nefes alıp öze dönebilirsiniz.
Tüccarların , fikirlerin , dinlerin , kültürlerin yolu…
Uçsuz bucaksız bir coğrafya da insana vaha gibi nefes aldırır.
Özbekistan ; İpek Yolu kadar değerli , ipek kadar zarif bir yol arkadaşı.
” Bu dünya iki hükümdara yetecek kadar büyük değil ” diyen Timur ‘un ülkesi…
Özbekistan denince ilk akla gelen İpek Yolu ‘nun efsunlu kentleri ve ihtişamlı mimari yapıları oluyor.
Özellikle de İslami mimari alanında ender örnekleri gözlerinizle görmek , incecik detaylara , işlemelere , taşıdıkları tarihe hayran kalmak ülke de tecrübe edilmesi gerekenlerin en başında geliyor.
İpek Yolu’nun diyarından matematiğin , mimarinin ve astronominin diyarına hayatın her zerresine adını yazmış bir ülke.
Medrese , türbe ve saraylar , tarihi ve dini bir seyahati sizlere sunuyor.
Tarihi , göz kamaştıran mimarisi ve rengarenk çinileri ile ziyaretçilerini mest ediyor.
Yaşama her yönden bakılır bu ülke de.
Niye mi ?
Çünkü hem ayakları hem gelenekleri çok güçlü.
Bilimden sanata , mimariden el işçiliğine sonsuz bir emekle işlenmiş…
Yüzyıllar boyunca sosyal , kültürel , politik ve sanatsal pek çok birikimin de beşiği aynı zamanda.
1991 de bağımsızlığını ilan eden ülke çok iyi korunmuş tarihi yapıları , çölleri ve etnik kimliği ile her coğrafyadan insanı kendine hayran bırakıyor.
Çarşı ve pazarlarında yerel sanatçıların nadide eserlerini es geçmeyin . İpekleri , rishtan seramikleri , minyatürleri , Özbek müziği ve daha nice nice kültür hazinesiyle Özbekistan’da bir başka dünyanın kapısından içeri adım atacak ve her an yepyeni bir değerle karşılaşacaksınız.
Kültürümüze çok da uzak olmayan Özbek mutfağı da keşif dolu yolculuğunuza leziz tatlar ekleyecek.
Bundan 20 yıl sonra bakınca mutlu olunacak bir fotoğraf karesi…
Ülkenin 1991 ‘ den beri başkenti olan Taşkent ; Sovyetler döneminde dördüncü büyük şehri olarak bilinen ve günümüze kadar önemini koruyan bir şehir olmuştur. Başkent de ki önemli dini yapılar ” Eski Taşkent ” olarak bilinen kısımda yer alır. Hazreti İmam ‘ın Türbesi , en eski Kuran-ı Kerim yazmalarının bulunduğu Cuma Camii , Barak Han Medresesi burada yer alır. 1966 da ki deprem kente çok büyük zarar vermiş. Kosmonavtlar Metro İstasyonu ilginç bir nokta. Chorsu pazarını görüp alışveriş yapabilirsiniz. Isterseniz Emir Timur Müzesi ve Japon Bahçesi için de zaman ayırabilirsiniz. Dünün ve bugünün en güzel öykülerini mavi kubbelerinde saklıyor. Bence Taşkent görülmesi gereken bir başkent.
” Seyahat etmek , adına hayat dediğiniz kutunun içindeki her şeyi , o ana kadar sizi siz yapan tüm o biriktirdiklerinizle beraber boşaltır ”
Claire Fontaine
İpek Yolu ‘ na en uzak kentlerden olan Hiva ; Harzemşah Devleti döneminde kurulmuş ve toprak rengi ile kızılın hakim olduğu bir yer. Bundan sonra ” masal kent ” denilince aklıma ilk düşen kent olacak. Şehrin 2000 yaşında olduğu düşünülüyor. Amu Derya ‘nın nefes verdiği ve Unesco ‘nun koruduğu sütunlardan kapılara , el işçiliğinden duvarlara kadar sizi sarıp sarmalıyor. Karakurum çölünün tam ortasında antik bir kent Hiva. Adeta zaman tüneline girdiğinizi düşündürüyor. Tam bir müze-kent tadında. Ülkede en çok sevdiğim şehir oldu. Burada yaşayan insanlar binlerce yıllık geleneklerini hala koruyor. Bu sayede insanların yaşayışı ile de geçmişi hissediyorsunuz. Tüm şehir tam bir film platosu tadında. Zerdüştlük inancının da merkezlerinden olan kentte taş fırınlarda “nan” denen ekmekler pişiriliyor. Bu fırınlar şehrin meydanında bile bulunuyor. Türkçe en güzel bu kentte konuşuluyor. Çöllerden gelen sıcak rüzgar ise kaybolup gidiyor. Sanki güneş her zamankinden daha güzel batıyor.
Buhara Orta Asya‘nın en eski yerleşim yerlerinden. Insan sokakları gezerken tarihin en derinlerine inmiş gibi hissediyor. Geçmişi 2500 yıl öncesine dayanıyor. Zerefşan Irmağı’ nın havzasında yer alıyor. Asırlar boyu koruduğu tarihi – kültürel dokusuyla ve manevi atmosferiyle ziyaretçilerini büyüler. İbni Sina ‘nın doğup büyüdüğü kent olmasından dolayı ayrıca ilgi odağı. Orta Asya ‘nın kutsalı kabul edilen dut ağaçları ile adeta sımsıkı korunan efsunlu bir kent. Çeşitli dönemlerde Zerdüştlere , Budistlere , Yahudilere , Hristiyanlara ve Müslümanlara ev sahipliği yapmıştır. Geçmişin renkleri ve izleri ise öyle güzel korunmuş ki gezerken mest oldum. Unesco Dünya Mirasları Listesi’nde yer almaktadır. Yetiştirdiği din ve bilim adamlarıyla dünyada ” Kubbet ül İslam ” ünvanı alan üç kentten biri. Kentteki her bir eser emek , özen , zerafet ile işlenmiş. Yoksa bu kadar incelik pek mümkün değil gibi.
Ve şimdi bakışlarını Semerkand üzerinde gezdir ! O , yeryüzünün kraliçesi değil mi ? Tüm kentlerin kaderini ellerinde tutmuyor mu ?
E. A. Poe
Ipek yolunun incisi Semerkand ; 4.000 yıllık tarihi ile en eski en zengin yerleşim yerlerinden kabul edilmiş. Bilimden sanata , el işçiliğinden mimariye sonsuz bir emek var kentte. Mükemmel mimariden kendinizi almanız mümkün değil. Şehri adımlarken her an hayran olacak bir nokta buluyorsunuz.Amin Maalouf ‘a kitap yazdırmak da hiç kolay iş değil. Ayrıca ünlü yazar bu kent için ” Semerkant , dünyanın güneşe dönük en güzel yüzü ” demiştir. Marco Polo şehri 13.yüzyılda ziyaret etmiş ve bir müddet burda kalmış. Halı ve kilim tüccarlarının her zaman uğrak yeri ve gezginlerin ortak noktası olmuş. Unesco dünya miras listesinde ” Kültürlerin Kavşağı ” adıyla yer alır. Orta Asya Türk mimarlığının ender örneklerinden Registan Meydanı ‘nın gece ışıklandırması ile ayrı bir gerçeküstü duygular uyanır. 14 yüzyıldan beri gücün ve aynı zamanda zarafetin simgesidir. 3 ayrı medresenin çevrelediği alan çok ihtişamlı. Insan Registan Meydanını gördüğü anı hayat boyu unutamaz gibime geliyor. Fotoğraf çekmeyi sevin sevmeyin buradan etkilenmemek mümkün değil. Ilber Ortaylı hocamızın da dediği gibi gece bu meydanda oturmak ” ateş seyretmek ” gibidir. Bence sizde bu kente gidin ve hayaller kurun.
Her seyahat bam başka yolculuklara bam başka sorulara gebe diyip evime döndüm…
Taşkent , Buhara , Semerkand ve Hiva kentlerini gezerken ” Kainatta iki yol vardır , biri Samanyolu diğeri de İpek Yolu’dur ” cümlesi etrafında soluksuz bir yolculuk sizi bekliyor.