” Ağrı bir yükseklik değil derinlik meselesidir ”
Silva Gabudikyan
Son seyahatim İran’ın zarif şehri İsfahan da gezerken görüp çok etkilendiğim Ermeni Mahallesinin nezaketi , kibarlığı ve şıklığı yeni rotamı belirlemişti. Yine yol yapacağını yapmış ve bana yeni bir kapı açmıştı.
Dönüşte Ermenistan ile ilgili bulduğum her kaynağı okumaya başladım.
Kitaplar , müzikler , sanatın her kolu , mimari ve mutfak ilgi odağım olmuştu bile. İlk edindiğim bilgiler ” yakın ama uzak komşumuz ” , ” mutfak da şölen var ” , ” Güney Kafkasya Masalı ”
…tabi daha somut bilgilere de ihtiyacım vardı.
Hristiyanlığı ilk kabul eden ülke , dini yapıları çok eski ve denize hiçbir kıyısı yok , tüm komşularının Müslüman olması gibi edindiğim bilgiler ile heyecanım iyice arttı.
Diğer bilgiler ise daha da ilginçti. Satranç okullarda mecburi ders , Ülke de 4. yüzyıldan kalma manastır var , Erivan dünyanın en eski başkentlerinden biri ve tüf taşından olan binalar nedeniyle Pembe Şehir olarak bilinmesi , Ağrı Dağı halk için kutsal bir sembol , Ermeni brendisi Winston Churchill ‘in de bulunduğu konferans da özel olarak üretilen bir çeşit konyak , şarapçılık ile uğraşan dünyanın ilk halkı Ermeniler , çok sevdiğim sanatçı Charles Aznavour ‘un ev müzesi başkentte , Ülke sınırları dışında yaşayan vatandaşların sayısı yurtlarında yaşayan Ermenilerden daha fazla , lavaş ekmeği Unesco’nun Somut Olmayan Kültürel Miraslar Listesi’nde yer bulmakta.
Ermenistan ; Urartu ‘dan Roma’ ya Perslerden Bizans’ a Selçuklu’dan Osmanlı’ya kadar dünyanın en güçlü medeniyetlerine ev sahipliği yapmış zengin bir kültür coğrafyası.
Ülkede yaşayan vatandaşlar Nuh’un Gemisi’ nin Ağrı Dağı’nın zirvesinde buza gömülü olduğuna inanıyor. Bu nedenle Ağrı Dağı, Türkiye sınırları içinde yer alıyor olsa da Ermenistan tarafından kutsal kabul edilir. “ Nuh’un Ülkesi ” olarak da bilinir.
Bu bilgiler ışığında ; başka zamanların , başka yaşamların , tatlarını anlamak , binlerce yıllık öykülerin içine dalmak fikri aklımı başımdan almıştı. Sanki bin yıllara ait bir şarap yudumlayıp ruhumu doyuracaktım.
Kadim Ermeni topluluğu yaşadığı her bölgede ; mücadeleler , istilalar , felaketler ile karşılaşmış. Ama herşeye rağmen Anadolu , Kafkasya , Ortadoğu coğrafyasında kökenlerini ve varlıklarını yaşatabilmiş ; asırlık yaşanmışlıklarını bugünlere aktarabilmiş.
Geleneklerini , dillerini , dinlerini , mutfaklarını , halkın günlük yaşayışlarını , kültürlerini nesilden nesile dönüştürebilmeyi başarmış.
M.Ö. 2000 ‘li yıllara uzanan yani Hurriler , Urartular , Frigler ‘e kadar süren tarihsel süreçte hep ” nasıl bu kadar kök saldıkları ve nasıl bu derece gelişebildikleri ” sorularına cevap aranmış.
Şehirlerini incelikli taş işçiliği ile donatan , buz mavisinin en güzeline sahip gölleri , caddelerini sanatın her dalı ile süsleyen komşumuz Ermenistan ufacık bir dağ ülkesi.
Efsaneye göre Hayk ve Bell Nuh soyundan iki kahraman. Bir iyi bir kötü var. Kötü Bell Hayk ‘ ı öldürmek ister. Bunu öğrenen Hayk tüm kabileyle dağa çıkar ve büyük mücadele sonunda kazanır. Bundan sonra da bu topraklara Hayastan adı verilir. Bütün Ermeniler Hayk ‘ın soyundan geliyor. Ama bazen işler ters gidince ” onun içinde biraz Bell ” var diyorlar.
Ermenistan tarihte Hristiyanlığı topluca kabul eden ilk ülke olarak bilinir. Manastır ve kiliseleri nefes kesici güzelliğe sahip. Dini mekanların içlerinde ki yanan mumlar , kabartmalar , aziz resimleri , duvarlarda ki desenler başımı döndürdü.
” Işılda henüz yaşıyorken , gamı tasayı at bir kenara , yaşam dediğin böyle kısayken ve her şey yenik düşerken zamana.”
Seikilos Şarkısı…
Ermenistan farklı bir ülke. Niye mi ? Farkı onun hakkında ki fikirler kişiden kişiye ve de ülkeden ülkeye değişkenlik gösteriyor.
Hem yakın hem uzak komşumuz hakkında çok az bilgiye sahip olduğumu gidince daha iyi anladım.
Bu yolculuğum beni tazecik bilgiler ile baştan aşağı yeniledi.
Ağrı Dağı Ermenistan ülke sınırları içinde olmamasına rağmen halk için çok kutsal. Ülkenin ulusal simgesinde bile var. Pek çok yerinden görülebilen dağ ; halkı büyük depremlerden koruduğuna inanılır. Aynı zamanda Nuh’ un gemisinin zirvesinde olduğu da başka bir inanış. Geleneksel kabule göre Ararat adı ile anılır.
Satranç zorunlu ders olarak okutulmakta ve günün hangi saatinde isterseniz oynayabileceğiniz özel yerlerde bulunmakta. Çocuklarda ve gençlerde düşünme yeteneğini geliştirmeyi amaç edinmişler.
Dünyanın en eski şarap üreten ülkesi. Yüksek kalitede üzümleri bulunmaktadır. Her yıl Ekim ayında şarap festivali yapılmaktadır.
Ermenistan 3.000 yılı aşkın süredir kayısı yetiştirir. Kimliğin , mutfağın ve kültürün önemli bir öğesi olmuş. Garni Tapınağında bulunan çekirdek bunun en güzel kanıtıdır. Halk tıpkı bizim gibi hem kuru kayısı hem reçel yapıyor. Makedonyalı İskender ve Romalı Lucullus meyveye hayran kalmışlar ve ülkelerine getirilmesini emretmişlerdir.
Sanat için yaşayan Ermeni halkı için sanatın içinde olmak herşey demek. Neredeyse tüm halk sanatçı. Ressamlar , balerinler , heykeltraşlar…
Nereye gitseniz ülkede sanat peşinizi bırakmıyor. Görsel sanat , tasarım aklımı başımdan aldı. Müzelerden çıkmak istemedim. Fernando Botero ‘nun şişman kadın heykelini ise unutamayacağım.
Turşular , reçeller aynı bizde ki gibi yollarda satılıyor. Kahve cezvede pişiriliyor , kurşun dökülüyor , kulaklar çekilip tahtaya vuruluyor. Öyle bir ülke düşünün ki hem yanı başımızda öyle bir millet düşünün ki aynı kaptan yemek yemişiz öyle bir tarih düşünün ki aynı coğrafyayı paylaşmış ama birbirini tanıma anlama imkanı olmamış.
Umarım aynı coğrafyanın çocukları olarak birbirimizi daha iyi tanıyabiliriz.
Eğer milyonlarca turistin uğrak noktalarını değil de farklı coğrafya ve kültürlerin peşindeyseniz komşu Ermenistan tamda sizin için biçilmiş kaftan.
Ülke Urartu Krallığı ‘ndan Roma İmparatorluğu ‘na , Perslerden Bizans’ a , Selçuklu’ dan Osmanlı ‘ya kadar dünyanın en büyük en güçlü uygarlıklarına ev sahipliği yapmış bir kültür coğrafyası konumunda.
Komşuyu ziyaret etmemek Sevan Gölü ‘nün buz mavisine vurulmamak , yanı başında balık yememek , muhteşem tatlı ve meyvelerinin tadına bakmamak , Garni Tapınağı’ nı görmemek , münzevi Gregoryen Geghard ‘ın öyküsünü dinlememek olmaz.
Ermenistan dağlık , ormanı az , nehirleri hızla akan ve düz bir arazide yer alır. Kafkasya’daki ülke bulunduğu coğrafi konum nedeniyle denize kıyısı bulunmuyor. Bu yüzden kilise ve katedraller bulundukları konum nedeniyle eşsiz manzaralar sunar. Dini yapıların bulundukları coğrafya ile büyük uyumu , atmosferi ve ve güzelliği sizi hayrete düşürecek.
Komşumuzda kilise çok mühim bir konu. Hatta kendilerine evden bile önce kilise yaptıkları söyleniyor. Dini mekanlarının büyüklüğü yada küçüklüğü onu yaptıran kral veya yöneticinin gücünün de bir göstergesi kabul ediliyor.
Gerçekten en eski manastır ve kiliselerin ülkesi Ermenistan da 4. yüzyıldan kalan bile dini yapı var. Echmiadzin Ana Katedrali , Khor Virap Manastırı , Garni Tapınağı , Geghard Manastırı sadece bazıları. Ermeniler Hristiyanlığı kitlesel olarak ilk kabul eden halk olduğu için dini yapılarının kendine has mimari özellikleri olduğu düşünülmektedir.
Büyük Ağrı ‘nın zirvesini anımsatan sivri kubbe veya kubbecikler , taşlı tonozlar , yüksek dar pencereler , tüf kiremitten olan çatılar , dış duvarlarda ki heykelsi dekorasyonlar , freskler , asma motifleri , oymalar…
Ülkenin dört bir köşesine dağılmış Ortaçağ kiliselerini çarpıcı doğa manzaraları eşliğinde görmek Ağrı Dağının gölgesinde yolculuk etmek hem aydınlatıcı hem ödüllendirici oldu…
Dolmadan köfteye , şaraptan brendiye kadar Ermeni mutfağının kendine has bir dokusu ve kokusu var. Doğallığı ve çeşitliliği ile de ayrı bir yere konabilir. Köfte , dolma , tarçınlı balık ve et yemekleri ile damaklarda bambaşka şölen yaşatıyor.
Mutfağın en önemli unsuru ekmek. Özellikle fırınlarda pişenler çok çok lezzetli.Ama en güzeli kesinlikle lavaş. Mutfakta su böreğinin de ayrı bir yeri var.
Halk yeme içme konusunda geleneklerine çok bağlı. Nitekim Erebuni Kalesinin kalıntılarında erik , susam , üzüm izleri bulunmuş. Kebapların yanında ki salatalara tarçın ve limon ile yapılan soslar sofraların olmazsa olmazı.
Yollarda rastladığım nice nice üzüm bağları beni çok keyiflendirdi. Şarap yapımının da bağda başladığını düşünürseniz buralar ne kıymetli diye aklınıza gelir. Bağbozumu zamanları bağcıların ve benim gibi şarapçıların hep umut etme dönemidir. Şarapların hep daha iyi olması umut edilir…
Umudumuz hiç azalmasın. Umarım Dionisos buraları hep korur.
Ağrı’ya pergel koyup bir yuvarlak çizin ortaya çıkan bölge 8000 yıldan bile daha fazla süredir aynı yöntemlerle şarap üretilen yerler olarak çıkar karşımıza. Yani şarabın anavatanı.
Ölüp de cennete giden bir Gürcü susayınca meleklerden su istemiş. Ama melekler su yerine çok güzel bir kadeh şarap getirmiş. Adam şaşırmış ama şarap o kadar güzelmiş ki hiç ses etmemiş. Her su istediğinde güzel şaraplar gelmiş. Hemde tam 15 yıl boyunca…Sonra bir gün yine su istemiş ama bu sefer eline şarap yerine gerçekten su gelmiş. Çok merak ederek sormuş “ bunca yıldır su istedim şarap geldi de , bugün neden şarap gelmedi? ” diye. Demiş ki melekler , “ 15 yıldır ilk defa bugün öbür taraftaki dostların senin için kadeh kaldırmadı , o yüzden bugün su içeceksin…”
Şarabın doğduğu topraklardan da böyle hikayeler çıkar demeden duramıyor insan.
Bu şaraplara eskiler hiç müdahale etmezmiş. Kutu kutu vitamin , maya , enzim vermezlermiş. Toprağa gömülü kocaman küplere üzümler konur kendi haline bırakılırmış. En doğal halleriyle şıradan şaraba dönüşürlermiş. Üretenler ne içine birşey koyar ne içinden birşey alırmış. İşte bu farklılık insana yudum yudum binlerce yıllık bir öyküye dahil olma hissi yaşatıyor. Sırf sıradan dünyadan çıkmak için bile bir yol olabilir.
Olurda yolunuz buralara düşerse bin yılların şarabından içme şansınız olursa ” gerçek şaraptadır ” diyen Çiçero ‘ya ,” Şarabın gazabından kork , çünkü fena kırmızıdır ” diyen Atilla İlhan ‘a , ” Dünyada ezelden ebediyete kadar başka hiçbir şey yoktur ki şarap içmekten daha iyi olsun ”diyen Ömer Hayyam ‘a kadeh kaldırmayı unutmayın…
Daha pek çok bilgi ile donandığım ve gezegenimizin ne kadar güzel bir mozaik olduğunu bana tekrar gösteren , kendi özgülüğünü yaşayan , bulunduğu konumu ve geçmişi gereği pek çok kültürü içinde barındıran geleceğe dair beni umutlandıran yolculuklarım hiç bitmesin.
Ben ilk önce kendimde noksan olanı bulup ona doğru binlerce kilometre yol gidip ; ona ulaşıp , sindirip , en sonunda alıştığıma yani evime geri dönmek istiyorum…