Nil Boyunca Mısır

” En azından dünyayı gezmeyi düşleyebiliriz ” Yomeddine

 

 

 

 

 

 

 

Mısırlılar ; kendisinden sonra ki bütün medeniyetleri, kültürü , sanatı , mimarisi , inanç ve yönetim sistemleri , rivayetleri ve esrarengiz olayları ile etkilemiş.

İhtişam ve güç hep el ele olmuş bu coğrafyada. Kendinden güçlü olan ile mücadeleyi sürdürürken binlerce yıldır sırları ve gizemi de çözmeye çalışılmış. Haliyle bahsi geçen sayısız uygarlık , keşif ve icat. Geliştirilen bir sürü bilim dalı.

Yukarı Mısır ülkenin güneyinde Aşağı Mısır ise kuzeyinde bulunuyor. Nasıl oluyor diye düşünürken cevabı geç de olsa buldum…Kutsal Nil Afrika’ nın ortasından yani kalbinden doğar ve güneyden kuzeye akar. Eski Mısırlılar da bu sebeple kuzeydeki Nil Deltasına Aşağı Mısır adını verirler. Ülkenin can damarı olan nehrin akış yönüne göre coğrafi bölge isimleri belirlenmiş ve binlerce yıldır da değişmemiş.

Kısa mesafe giden ilk tekneler papirüsten yapılırken Mısırlılar daha sonra feluka dedikleri ahşap yelkenli yapımında uzmanlık kazanmışlar. Mısırlılar Güney rüzgarından başka bir güce gerek olmadan giden geleneksel felukalarından hiç vazgeçmemişler.

Nil’ in suladığı verimli topraklarda güneş her sabah doğudan yükseliyor , ışınlarıyla yeryüzünü aydınlatıp hayat verdikten sonra gökyüzünde ateşten bir gülle gibi yuvarlanarak batıdaki ölüler vadisinde batıyordu , ertesi gün yeniden doğmak üzere. Firavun mezarlarıyla piramitlerin Nil’ in batısında yapılmasının sebebi buydu. Güneş gibi firavunlarda ölümsüzdüler.

Eski Mısır bizim güzellik anlayışımızı da şekillendirmiş. Kadınlar bakımlarına çok dikkat ederlermiş. Hem güneşten korunmak hem de güzel görünmek için dudak ve göz boyası kullandıkları biliniyor.

İnsan denen hayalbaz varlık ise ilginç teoriler üretmiş. Game of Thrones ; Kleopatra , Tutankamon , Nefertiti’ nin yaşam öykülerinin getir götürünü yapar mı dersiniz ?

Antik Mısırlılar kedilere bayılıyormuş .Sanatlarında hepimizin de bildiği gibi pek çok ikonik kedi var. Güzelim dişi kedi Bastet ve onlarca kedi tanrısının varlığı onlar için ne kadar esrarengiz ve büyülü varlıklar olduğunu gösteriyor.

Garfield , Tom , Felix , Sylvester adına ayrıca tüm kadınlar makyaj için Antik Mısırlılar ‘a teşekkür edelim mi ?

 

 

 

 

 

 

Bu mu Ömrünün Özeti ?

Sen de uzak ülkelerden dönüyorsun

Ve bana bütün söyleyebildiklerin ,

Akşam evinin eşiğine oturmuş

Serinleyen birinin ,

Aklına gelebilecek düşünceler.

Peki , ne anlamı var öyleyse ;

Bunca yolculuğun ?

Louis Aragon

 

 

 

 

Kuzey Afrika’nın nüfusu en yoğun , Nil ‘in kattığı zenginlikler ile hayat bulan , mistik toprakların ülkesi Mısır ; 7000 yıllık muazzam tarihi , dünya harikaları , eşsiz coğrafyası , mitolojisi , edebiyatı , müziği , efsaneleri , bilimi ile insanlığa ilham kaynağı olmayı sürdürüyor.

İster açık hava müzesi deyin ister zamanda yolculuk. İki kıtanın ve iki denizin kesişim alanında bulunur.

Antik çağ medeniyetlerinden olan Mısır uygarlığı kendinden sonra gelen uygarlıkları da etkilemiş ve kendine özgü kültürel yapısını , sırlarını bugünde korumaya devam ediyor.

Heredot Mısır ‘ı Nil’in armağanı olarak tanımlamış. Ülkeyi boydan boya geçen Nehir dünyanın en uzun ırmağı ve ülkenin yaşam kaynağıdır.

Büyüleyici çöl , zümrüt bir vadi , muhteşem anıtlar , uzun geçmişi , iz bırakan öyküleri , köklü uygarlığı , müzeleri , çarşıları ile Mısır her gezginin rüyası olmuş.

Kral mezarlarının anlattıkları beni derinden etkiledi. Öteki dünya inancı Mısır’dan geliyor o yüzden ölüleri mumyalıyorlar.

Dünyanın en güzel dalış noktalarına sahip ülkede bir kaç gün su altında mercanlar arasında çiçek bahçesi gibi gezince mest oluyorsunuz.

Antik toprakların efendisi Mısır yolculuğunuzu sokak lezzetleri ile tatlandırıp ; firavunlar , insanın aklını başından alan tapınaklar , piramitler , kilise ve camiler , hiyeroglifler arasında , matematik ve geometri bilimine hayran oluyor , bir masalın sayfaları arasında kayboluyorsunuz.

Dördüncü piramit olarak anılan şarkıcı Ümmü Gülsüm ‘ün sesini , Nobel ödüllü Necib Mahfuz ‘un satırlarını , Simyacı ‘yı Kavafis ‘i tekrar okuyup Mısır’ın hepimizin içindeki öğrenciyi nasıl dışarı çıkardığına hayret ediyorsunuz.

İnanılmaz yol deneyimleri elde edip ; her deneyimin nasıl hayatın bir başka yüzünü gösterdiğine şahit oluyorsunuz.

Yolculuklarda kendinle baş başa kalır kendinle göz göze gelirsin. Geçmişi yaşadıklarını biriktirdiklerini bencilliklerini üzdüklerini düşünür , küçük dağları senin yaratmadığını hatta o dağların denizlerin güneşin seni yarattığını anlarsın. Yolculuk bir şekilde kendine yolculuğa dönüşür , yolun sonunda kendinle kavgayı bırakıp kabullenip şükredip yoluna devam edersin.

Yolculuk da tam anlamıyla bir inşaat değilmi aslında ?

Yol uzun hayat devam ediyor…

 

 

 

 

 

 

Paulo Coelho Simyacı romanın da ; kendi kendinin efendisi olma bilincini anlatır . Endülüslü çoban Santiago’ nun masalsı hayatının felsefi öyküsü olan kitap tam bir yaşam kılavuzu niteliğinde.

 

 

Mısır Piramitlerinin eteklerinde hazine arayan çobana Simyacının dediği gibi ; ” Yolculuk bir öğrenme yöntemidir. Bilmemiz gerekenleri bize o öğretir “.

Saklı hazineyi , vurulduğu sevgiliyi , kaybettiği ülkeyi arayan gezgin , büyük sınavları , yaman engelleri geçerek kendine ulaşır …

Ve nihayet kendi hazinesini bulur…

Anlar ki , keşfedilecek ülke , ‘’ İNSANIN KENDİSİDİR ‘’

 

 

 

 

 

Lawrence Durrell İskenderiye Dörtlüsünün ilk cildinin önsözünde ” Roman kahramanlarının , yaşayan insanlarla benzerlikleri yoktur. Onlar hayal mahsulüdür. Sadece kent gerçektir ” diye yazmış. İşte kafamda bu gerçeklik ile İskenderiye ‘ye vardım.

Kanatlanıp uçacağım özgür uzun zamanları düşlemek yerine kitaptan sözcükler kafamın içinde dönüp duruyor ama buna engel olamıyordum.

Amerikalı gökbilimci Carl Sagan ” Zamanda geri gidebilseydik , ilk gideceğim yer burası olurdu ” dediği İskenderiye Kütüphanesi , dünyanın yedi harikasından biri olan şimdi kartpostallarda bulunan İskenderiye Feneri , Kavafis ‘in burada dünyaya gelmesi , kente adını veren Büyük İskender tarafından kurulmuş olması ile göreceklerim çok değerli.

Üç büyük deniz harbinde batan gemiler , deprem ve tsunamiler yüzünden su altında sayısız kıymetli tarihi eser bulunan kent için deniyor ki ; İskenderiye’nin kıyılarında bugün kentte göreceğinizden daha çok eser bulunur.

Kordon boyunca yürürken yıkılan fenerin parçalarından yapılan kalesi , balıkçı tekneleri , güneş anlamına gelen hiyeroglifi eşliğinde modern kütüphane binası , amfitiyatrosu ziyaretçilere adeta bir görsel şölen hazırlıyor. Yürüyüşünüze kendine has Akdeniz melteminin kokusu ve közlenmiş mısır eşlik edebilir.

Tozlu sokaklar , metruk binalar , at arabaları , sandal ağacı ve kimyon kokuları ile Büyük İskender’in Kleopatra’yı tanıdığı , Hellenistik Medeniyetinin temellerinin atıldığı Mısır ‘ın en büyük ikinci ve önemli bir liman kentidir İskenderiye.

Çöl sarısı ve Akdeniz mavisinin sıcaklığı eşliğinde hem görkemli İslam kubbeleri hem grekoromen mimari sütunlarla bezenmiş meydanları kanınızı kaynatacak. Her ne kadar çöl uzakmış gibi görünse de kum fırtınaları yüzünden binaların rengi neredeyse sarı. Sanki sürekli gün batımı varmış gibi bir hissiyat uyandırıyor.

Şehri arşınlarken ; Antikçağın en büyük kütüphanesi yıkılmasa acaba tarih nasıl yazılır bölgenin kaderi nasıl olurdu ? diye ara ara kendinizi sorgularken bulursanız da şaşırmayın…

 

 

 

 

 

 

Minarelerle gökdelenlerin iç içe olduğu Kahire yüzyıllarca ; gezginlerin , maceracıların , yazarların peşinden koştuğu bir kent olmuş. Mısırlılar kentlerine ” dünyanın anası ” diyorlar. Ülkeleri , çölleri aşıp geldiği halde hiçbir yorgunluk belirtisi göstermeyen Nil Nehri anaçlığı ve bereketiyle karşılar herkesi.

Orta Doğu ‘nun en büyük şehri insanı alıp götürüyor.

Unesco Dünya Mirasları Listesi’nde yer alan Kahire ” Bin minareli şehir ” adı ile de anılır.

Bugüne kadar insanlığın geliştirdiği en ileri medeniyetin izlerini görmek ve Orion takım yıldızının kemer yıldızları olan Alniam , Alniak ve Mintaka’nın iz düşümüne göre yapılan kent nasıldır acaba diye düşünmek herkesi heyecanlandırır.

Flaubert Kahire ‘yi “ Üç renk hakimdi manzaraya. Ayaklarımın altında yeşil , tepemde sarı-kırmızı bir gökyüzü , arkamda kızıl minareler vardı ” diye anlatmış.

Dünyanın antik bir harikası olan Keops Piramidine ev sahipliği yapan başkent ; binlerce yıl öncesine ait tarihi eserleri , müzeleri , çarşıları , üniversiteleri ile Arap dünyasının kültür merkezidir. Palmiyelerin gölgelediği rıhtım kente nefes aldırıyor.

Milyonlarca insan , koku , ses cümbüşü , yeryüzünün tüm renkleri kaotik bir başkent yaratmış. Kapalı çarşılar , dar sokaklar arasında ki aynalı kahvede Necip Mahfuz ‘un kaosa aldırmadan bu kadar kelimeyi peşi sıra nasıl dizdiğini düşünmeden edemedim.

Gürültücü , yaygaracı , yorucu kent bir yandan Binbir gece masalları gibi. Eski Mısır uygarlığının tüm görkeminin sergilendiği koleksiyonların dünya da eşi benzeri yok. Komşularından bu yönüyle hemen ayrışıyor.

Şehrin Kıpti tarihine ilişkin zengin dokusu , ısrarcı satıcıları , nargile içenleri , yelkenlerini şişirerek süzülüp gelen felukaları , falafel , şavurma , ful , koşari  ve hurmalı sütlacı ile Kahire ‘yi unutmak ne mümkün. Kentte Nilden bile daha hızla akıp giden bir yaşam var.

Bulunduğum kentin Sahranın başlangıcı olduğunu fark edince hayaller kurmaya başladım. Ayak ucumda başlayan çölün kıtanın kuzeyini geçip okyanusa vardığını düşündüm. Çölün de bir kum okyanusu olduğunu anladım. Kahire uçsuz bucaksız. Ne okumakla ne yazmakla olmuyor. Ama siz bir gün yolunuzu Kahire ‘ye düşürün ve geçmişle bugünü seyredin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir